8 Ağustos 2011

Madran Dağı'nın Prensi ve Mavi Peri...

ANIL ÖZER'in kaleminden büyüklere bir masal...

     Madran Dağı'nın prensi, uzaklardaki Aldebaran yıldızının mavi perisine aşık olmuştu. O aşk ki Madran Dağı'nın eteklerine kadar olan toprağı yeşertmiş, asrın en güzel çiçeklerini üzerine serpmişti.
  
     Uzaklardaki yıldızın mavi perisi, prensin hislerine hakim, kimi zaman romantik, kimi zaman sular kadar gürültülü ama sessiz yaradılışıyla her gece kanatlanarak prensin yanına gelir, iyi geceler öpücüğünü verdikten sonra kırmızı dev yıldızı Aldenaran'a doğru uzaklaşarak gözden kaybolurdu.
  
     Madran Dağı, her sabah daha parlak bir güneş ve daha temiz bir havaya uyanırken, mutsuzluğun göz görmez hilafetinden adım adım uzaklaşmaktaydı.
  
     Bir gece mavi peri geldiğinde, Madran Dağı prensi ona sahip olduğu yıldızı ve o yıldızdaki yaşamı sordu. Mavi peri anlattıkça, prens hislerinin ve beklentilerinin, umutsuzlukları ile karşı karşıya kaldığını gördü. "Başaçıkabilirmiyim" dedi kendi kendine... Zira kaydadeğer bu mutluluk için başa çıkmalıydı.
  
     Mavi peri sonraki gece gelirken yanında oyuncu soytarılarını da getirmişti. O soytarılar ki söyledikleri ile düşündükleri birbirinden farklı, kazaya ve kadere meydan okuyan, yaratıcılarının meymenetinden uzak palyaçolardı. Hayatı eğlenilebilir hale getirirler fakat ayrıntıları görebilenlerin hayatlarını zehrederlerdi.

     Palyaçolar öyle hoş sözler ve öyle nitelikli iltifatlar ederlerdi ki, akil olanın bile aklını başından almayı ve gönülleri hoş tutmayı başarırlardı.
     Fakat bu iyi niyet gösterisinin ardındaki suistimali görmek, Madran Dağı prensine nasip olmuştu.
   
     Prens, kendine aşkla bakan bu mavi periyi, Madran Dağı'nda Aldebaran Yıldızı'nın ışığı altında kurduğu küçük krallığın kraliçesi yapmaya hazırlanırken, bir virüs gibi etrafa yayılan palyaço gürültülerinin kalbini karartmasına engel olamadı.
  
     İlk evvela bu palyaçolara karşı olan muzdaripliğini belirtti. Sonra mavi perinin umursamazlığına karşı sesini biraz daha yükseltip yineledi.

     Mavi peri yüzyıllardır etrafında olan bu palyaçoları savundu önce prense. Sonra durumun ciddiyetini kavradığında bir tercih yapması gerektiğini anlamıştı.
  
     Prens önce mekanın, sonra ise beklentilerinin yenik düştüğü zamanın esiri olmuştu. Mavi peri ise yapması gerekenleri, olması gerektiği zamanda yapmamasının esaretindeydi. Peri yinede aşkı için birçok şeyden vazgeçmeye hazır gibiydi.
  
     Fakat problem büyüktü. Zira Madran Dağı'nın ilk kanunu şöyle diyordu.
     "Eğer sen bir varlığa, başka bir varlıktan vazgeçmesini öneriyorsan, vazgeçilen varlığın yerini doldurabileceğinden emin olmalısın."
    
     Bu bir kanundan öte bir prensipti prens için. Öyle ki başardıkları ile başarabileceklerini tahayyül ettiğinde, özgüveninin bu yer dolduruş için yetersiz olduğunu hissetti. Ayrıca perisine doğru bildiği yanlışları kabul ettirmeye çalışmanın, onun kanatlarını koparmayla eşdeğer olduğunu anlamıştı. Kanatsız bırakmak istemediği bir peri ve palyaçolar eşliğinde kendi kendine hayıflandı.
    
     Avuçları içinde nazikçe tuttuğu peri gözlerinin içine bakıyordu. Usulca avuçlarını açtı ve kafasını kaldırıp koca yıldız Aldebaran'a baktı. Mavi peri gitmesi gerektiğini anlamıştı. Peri yavaşça kanatlarını çırptı ve ayaklarını avuçlardan kaldırdı. Sonra hafif bir hamle ile prensin göz hizasına yükselip bakışlarında bir umut aradı. Prens içinde sönmemiş olan ışığı göstermemek için bakışlarını ve ses tonunu donuklaştırmıştı. Peri yavaşça uzaklaşmaya başlarken, son bir defa dönüp prensine bakmak istedi ama vazgeçilmişlik ve bu destansı beceriksizlik yüzüden kızgınlığına yenik düştü. Birden hızlandı ve yanındaki anlamını yitirmiş palyaçoları ile gözden kayboldu.
    
     Prens, mavi perinin ardından şöyle bağırdı. "Boşuna zamanı gelmişler için üzülme."
Ve sonra sesini alçaltarak kendi kendine şöyle mırıldandı. "Her bir hamle doğru zamanda yapılmazsa bir aşığı bile çaresiz bırakır. Biz zaman ve mekanın esiri olmak için değil, zamanı ve mekanı esir etmek için yaratıldık."
    
     Prens son bir defa kafasını kaldırıp Adebaran'a baktığında ışığının oldukça azaldığını ve matlaştığını görmüştü. Zira Aldebaran'da yaratılışı unutturan ve kalpleri körelten her bir palyaço için temizlik başlamıştı. Vucutları onlarca parçaya ayrılan ve katledilen palyaçoların kanı tüm yıldızı kaplamış ve ışığını yok denecek kadar azaltmıştı.
    
     Ruhları karartan palyaçoların, yaratıcılarından uzak huzur bozucu soytarıların yokedilmesi, kaydadeğer bir aşka malolmuştu. Heryer ve herşey arınacaktı. Zamanla olacaktı bütün bunlar ve o masal yeniden yazılacaktı...

 

Anıl ÖZER

2 yorum:

  1. Bu masalı ilk okuduğumda da çok sevmiştim..böyle denemeleri sürdürmelisin..:))

    YanıtlaSil
  2. Çok yakın zamanda CWRM.. :) Senin gibi okuyucularım ve destekçilerim olmasa ne yapardım bilmem. :)

    YanıtlaSil