11 Aralık 2013

Venüs ve Jüpiter'in masalı...

Anıl Özer tarafından tasarlanan "Astroedebiyat" ürünü, büyüklere bir masaldır.

Güneş Sistemi varolduğu günden bu yana, her bir gezegeninde ve bu gezegenlerine ait uydularında, varoluşun ruhlarını barındırırdı. Büyük patlamayla birlikte ortalığa saçılan her bir atomun tam olarak nerede, nasıl bir araya gelip barınacağına bu ruhlar karar vermişti.

Görkemli Dünya'ya sonradan duhul olmuş kibirli ruhlar bir yana, hikayesi hiç anlatılmamış olan diğer gezegenlerin ruhları gerçek var oluşun efendileriydi. Zira varoluş demek, hayatlarında acıyla yüzleşecek insanlara yaşam sağlamak demek değildi. Dünya'nın kibirli ruhları sırf yaratabililme kabiliyetlerinden dolayı yarattıkları ve sonra bu yaşamları başıboş bıraktıkları için kibirli ve anlayışsızlardı. Dünya hakkında herşey zaten anlatılmıştı ama diğer gezegenlerin, diğer güneş sistemlerinin ve galaksilerin ruhlarından hiç bahsedilmemişti.

Venüs.. Dünyalıların "aşk tanrıcası" olarak bildiği her gece karanlıkta beliren dost yüzdü. Doğuda yeni günü karşılayan dünyalıların sabah yıldızı, batıda günü kapatanlara iyi geceler dileyen  akşam yıldızıydı. Fakat bilinenlerin ötesinde bir ruhu vardı. Bu ruh ne bir dişiydi ne de "aşk"a yakındı. Dünyalıların "aşk tanrıçası"nı barındırdığına inandığı Venüs'ün asıl sahibi kararmış bir kalbi olan, gülümsemeyi unutmuş mutsuz ruhtu. Venüs atmosferindeki sarı bulutların yansıttığı güneş ışığıyla, sistemin en parlak gezegeniydi. Bu büyüleyiciliğin ardındaki bulutlar, ölümcül sülfirik asitten meydana geliyor, atmosferdeki karbondioksit gezegeni boğuyordu. Hava tehlikeli, basınç dayanılmazdı. Bilinen hiç bir yaşamın burada hayatta kalma ihtimali yoktu. Burada biraz kalmak, boğulmak, ezilip kavrulmak demekti. Dünyalılar'ın gördüğü güzelliğin ardında saklanmış kor bir kalp ve dehşet verici bir ruhtu. Bu gerçeği bilenler ona "cehennemden gelen" diyorlardı. Atmosferdeki karbondioksitin hapsettiği güneş ışığı, ısıyı kontrolden çıkarmıştı. Sanki dünyanın ikizi gibi görünen, aynı hacim ve kütleye sahip bu gezegeni bu kadar dayanılmaz hale getiren ruh, ne diye küsmüştü böyle aşka? ne diye küşmüştü yaratılışa?..

Bir de Jüpiter vardı. Uzaktaki dev.. İçine güneş sisteminin tüm gezegenlerini koysanız sığabilecek kadar büyüktü. Üzerinde barınabilecek katı bir kabuğu yoktu ve tümüyle gaz bir gezegendi.. Güzeldi.. Çok güzeldi.. Fakat bu güzel görüntüsü, içerideki aşırı şiddetin bir sonucuydu. Saatte yüzlerce km hızla esen rüzgarların oluşturduğu fırtına, hortum ve anaforlar haline geliyor heryer ve herşey esip gürlüyordu. Burada hiçbir şey göründüğü gibi değildi.. Sanırım onu seyretmenin en güvenli yolu ona uzaktan bakmaktı.

Jüpiter'in fırtınalarını aşıp gezegenin merkezine varabilenleri ise Jüpiter Kızı karşılıyordu. Belki bir dişi tanrıça değildi ama şifa bulmaz bir idealistti. Henüz hiç söylemediği bir sırla orada beklemekteydi. O yıllar önce daha küçük bir kızken Venüsün Ruhu'na aşık olmuş, kalbini paylaşacağı bu ruha kavuşabilmeyi dilemişti. Zira Venüsün Ruhu, kendine özgü rüyaları olan, elini tutarak onu yıldızlara götürebilecek kibar bir palyaçoydu. Fakat şimdilerde onu göremiyordu. Venüs Ruhu'nun kararan kalbi gezegeni cehenneme çevirmiş ve kainatla iletişimini kesmişti.

Artık buna tahammül etmekte zorlanan Jüpiterin Kızı, çekim kuvvetini, fırtına dolu karakterini ve doğaüstü niteliklerinin yetebileceği kadarını yanına alıp jüpiterden ayrıldı. Gezegenden yükseldiği esnada, bir daha buraya dönmeyeceğinden emindi. Ama biliyordu, ikna etmesi gereken bir kalp vardı.

Yaklaştığı Venüs'ü incelerken atmosferin dayanılmaz olduğunun farkındaydı ve bu nedenle biraz korktu. Belkide venüsün kararmış ruhu kendi gibi çoktan sahip olduğu bu gezegeni terk etmişti. Tetkik etmeliydi. Bu merak ve korku ile varolmak, ölmekten daha güzel değildi.

Gülümsemesi ve sıcaklığıyla girdiği Venüs sınırlarında sülfür bulutlarını barındıran atmosfer yarılarak kendine geçit verdi. Zira gülümsemeye alışkın olmayan atmosfer bu güç karşısında çoktan boyun eğmişti. Yavaşça alçaldı ve ayaklarını usulca gezegene dokundurdu. Usulca bir dokunuş olsa da kıta kabuklarını sarsmaya yetti. Bu gezegen alışık olmadığı bu güçle savaşacağından endişe etmekteydi.

Karanlığın içinden doğrulan Venüs Ruhu, kafasını kaldırdı ve ekledi. "Jüpiter kızı.. Neden geldin.. O koca gezegenini pek başıboş bırakmaya gelmez.. Tüm sistemin keyfini kaçırırıverir."

Jüpiter Kızı bunu biliyordu. Sahip olduğu gücün sınırları oldukça yıkıcıydı. Bunları düşünürken gülümseme ile somurtmak arasında anlaşılmaz bir yüz ifadesiyle cevap verdi. "Ben senin için geldim."

Venüs Ruhu kaçık keyfi ile; "Benim için mi? Ben bu atmosfer altında kavrulmayı tercih ettim. Bana acıyıp, beni öldürmeye geldiysen, ben böyle iyiyim. Yavaş yavaş ölmenin keyfini yaşıyorum. Şimdilik ruhumu fotonlarına ayırma."

Jüpiter Kızı kendinden emin ve biraz da kibirli bir tavırla; "Ben seni yaşatmayı seçtim" dedi. Bu doğruydu. Zira Jüpiter'in katı bir yüzeyinin olmayışı, onun bir gaz devi olarak geniş olma mecburiyetindendi. Bu dev, kütlesinin ve yoğunluğunun sağladığı çekim kuvvetiyle, asteroid kuşağını yerine sabitlemiş ve bu asteroidlerin iç gezegenlere ölümcül bir yağmur halinde yağmasını engellemişti. Kısacası başından bu yana Güneş'in çekim kuvvetine karşı gelmişti. Bu engelleme, Venüs'ün yanı sıra Dünya'yı ve Mars'ı da korumuştu.

İşte Venüsün Ruhu'na bunları bir bir anlattı Jüpiter Kızı. Nasıl yaptı, nasıl etti tek tek betimledi. Ama Venüs Ruhu'nun yüz ifadesi değişmiyordu. Zira kızın anlattığı herşeyin zaten farkındaydı ama kararmış kalbi yerinden doğrulması için yetmiyordu. Jüpiter Kızı'nın gözlerine bakarak dudaklarından şu cümleler döküldü; "Ben aşk için çok yaşlıyım.."

Jüpiter kızı Venüs Ruhu'nun kendine olan beğenisinden ve sevgisinden emindi. Zira bu atmosfere giren herkesin bir bir ölmesi, fakat kendinin bu boğuk atmosferden etkilenmemesinden belliydi. O nedenle kolundan tuttuğu ruhu hızla göğe yükseltti. Yukarılardan etrafa bakan ikili bir süre sessiz kaldı, sonra kız sessizliği bozdu; "Bak, ihtişamlı parlak gezegenine bak. Dünyalılar'ın tanrıça saydığı gezegeninin güzelliğini sağlayan sensin. Bu ihtişam da senin eserin, aşağıdaki kavurucu ve çürütücü atmosferde. Şimdi benimle geleceksin, bu atmosferi bu çürümüş sistemi terk edeceğiz" dedi.

Kız, ruhu hızla sürüklemeye başladı, önce Ceres'in yanından geçtiler, halkalarıyla Satürn ve sonra yukarı.. Kız sistemi terk ederken, Jüpiter zayıfladı, küçüldü ve içine çöktü. Asteroid kuşağı üstündeki yokolan çekim, sistemin dengesini bozdu. Saatte seksenbin km hızla dönüp duran asteroidler birden güneşe doğru çekilmeye başladı. İç gezegenlerin kıyamet vaktiydi.

Ruh, kızın hızını kesip, geriye baktığında yokoluşun başladığını gördü ve haykırıdı. "Yapma! biz bir hayat varetmeyi seçmedik, ama Dünya'nın ruhları bunu yapmıştı. Onları yoketme. Bırak Mars gibi kendileri hayata küssünler. Sonlarını kendileri getirsinler."

Kızın umurunda değildi. Hafif bir tebessümle geriye baktı. Sonra yokoluş manzarasının karşısında ruha seslendi; "O yaratanlar ve yaşayanlar aşkın katiliydi. Kendi aşağılık kurallarını birbirlerine ahlak olarak ezberletmişler, ucuz faydacılığa, bencilliği ekleyerek dünyalarını renklerdirmişlerdi. Orada ne bir yaratık ne de bir yaratan yaşam ahdine sahip değildi. Ben seni yaşatmayı seçtim onları değil."

O bunları konuşurken asteroid kuşağı önce Mars'ı parçaladı sonra Phobos ve Deimos'u. Buraya kadar olan sessiz dehşet, Asteroidlerin Dünya ve Ay'a varmasıyla şenlendi. Varoluşu köreden şimşekler çaktı. Uzun yıllar boyunca unutulmuş eski mezarıklardaki ölüler başlarını kaldırdı. Karmaşık ve acayip şekilsizlikler etrafı sardı. Bilinmeyen çıkmazlara sürükleyen dehlizler uğultularla doldu. En nihayetinde Venüs'ü ve Utarit'i içine alan büyük Asteroid fırtınası Güneş'in gözgörmez dipsizliklerine doğru kaybolup gitti. Herşey ve herkes ölmüştü.

Çift uzaklaşırken, ruhun yüzünde küçük bir gülümseme varoldu. Çünkü bazen yaratmak için yoketmek gerekliydi. Şimdi başka bir sisteme doğru gidecekler, başka asteroid kuşaklarından yeni sistemler varedeceklerdi. Kimbilir belki de başka aydınlık ruhlarla beraber...

Okuyana küçük bir ipucu; Venüs terazi burcunu, Jüpiter ise yay burcunu temsil eder. :) 
11.12.13 Doğum günün kutlu olsun Duygu'm.. 
Anıl Özer




14 yorum:

  1. güzel ve derin. yaratıcı dostum, iyiki yazıyorsun...

    YanıtlaSil
  2. Hımm. Yaptığın iyi bişey var, o da masal yazabilmek. Birkaç defa okumak lazım. Bir de birkaç sorum var anlayabilmek için. Form dan ilettim. Cevaplar mısın?

    YanıtlaSil
  3. Asteroid kuşağı ile ilgili sorduğun soruyu garipsemiştim ama ortaya çıkan masal olunca şimdi bu garipliği anladım abicim. Edebiyatçı değilim ama beğendim :)

    YanıtlaSil
  4. Guzel masal. Venus boga burcunun gezegeni degil miydi?

    YanıtlaSil
  5. @aycaHer iki burcun da gezegeniymiş ;)

    Link : http://www.burclar.net/senin-gezegenin-hangisi/terazi-burcunun-gezegeni

    Link te boğaya da tıklayınca Venüs çıkıyor

    YanıtlaSil
  6. @Burçak GürsoyAslında cevabını tam yansıtan bir masal olmadı ama bilgi önemliydi ;)

    YanıtlaSil
  7. @Utopia (Alper Değirmencioğlu)Cevapladım ;) ama tatmin eder mi bilmem..

    YanıtlaSil
  8. Teşekkür ederim aşkım ne diyeceğimi bilemedim :) Çok mutlu ettin beni.. Bavulun hep hazır bulunsun.. Seni seviyorum...

    YanıtlaSil
  9. @duygu dereköyAslında çok karışık bir masal.. Senin anlayacağın türden işte.. :)

    YanıtlaSil
  10. karışık güzel okunası

    YanıtlaSil
  11. Merhaba instagramdan masal,kitap paylaşımı yaptığım bir hesabım var.Masalınızı çok beğendim.Adınızı ve blogunuzu belirterek paylaşabilir miyim?

    YanıtlaSil
  12. @VenüsyolcusuHoşgeldiniz. Paylaşabilirsiniz..

    YanıtlaSil