Biz hep hüzünlü aşkların yaratılışında varolduk. Kimsesizliğin esareti, bazen tek bir kurtarıcıya muhtaçken, kahramanını hiçbir zaman bulamadı. Fakat uzaklardaki hayal, her daim ufuktan bir güneş açacakmış gibi beklenirdi umutsuzlar tarafından. Fakat doğmak bilmez güneşin de ayrı bir esaret verdiği aşikardı. Bu beklentinin esaretiydi. Umutsuzlar bile beklerdi zaman zaman... umutlanırlardı. Umut, insan yaratılırken kodlanmıştı ruhuna. Çünkü biliyordu Tanrı, varoluşun sürmesini sağlayan tek his oydu. Yitirilmiş bir his, Tanrı'yı bile unutturacaktı insanlara. Bu nedenle umudu hep tetikledi Tanrı. Yarattığı her ruha ilk evvela üfledi umudu.
Günün birinde ahir zaman geldi. Bilinenler unutuldu. Bilinmeyenler, gün ışığı ile aydınlanmış gibi ortaya saçıldı. Üflenen umut ruha yetmedi. Ruh biraz daha hisse ihtiyaç duyduğu an, hissizler tarafından çevrelendiğini farketti. İşte o gün başlayan isyan, ruhu cehennemin giriş kapısından içeri itti. Ruh derinliklere doğru ilerlerken, üflenen son damla umudun yardımıyla ardına baktı ama ne Tanrı'yı ne de bir başkasını göremeden o karanlık dehlize doğru kaybolup gitti.
(Ümitsizliği hissettiğimiz her bir dakikaya ithafen) Anıl ÖZER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder